16 Ağustos 2012 Perşembe

KARABORSA DEDE


Küçük Bir Sandıktır Göçmen’in Evi
Bir Daha Gelsem Şu Yalan Dünyaya Ben
Durmadan Girerdim Mezara
-Masanın Altında Tiyatro Oyunundan Bir Şiir-

 ‘Ben karaborsa bir dedeyim, ölünce anlayacaksınız.’

‘Beni Seviyor Musun?’ sorusunu en çok son iki yılında sorduğum insanı dün kaybettim… Bir sevgiliye sorulduğunda alınan cevaplardan daha samimi bir şekilde her seferinde farklı şekilde seviyorum diyen O Adam’ı dün kaybettim. Defalarca beni ne kadar çok sevdiğine inandırdı. Gitti…
Yaşam sevincine hayran kaldığım, tek gözüyle bisiklet kullanan, göçebeliğin bir yandan mahzunlaştırıp bir yandan gaddarlaştığı o ADAM, dün gençliğinde defalarca terk ettiği bu evi, ebediyen ve her zamanki asilliğiyle terk etti.
Küçükken ona defalarca küsermişim. O da sofra bezinin altına çilek koyar, yemeğin sonuna doğru hafifçe üstünü açarak görmemi sağlarmış. Ben de ‘Dede sen beni gerçekten mi seninle küstüm sandın? Ben yalancıktan küstüm.’ Dermişim. Bana hep bunu anlatır gülerdi. Şimdi farkındayım, bu gidiş küsmem için geçerli bir sebep değil. Zaten ben de küsmek için yeterince ufak değilim. Bana haklarını kat kat helal eden bu Göçmen için, son kırgınlığım. Çünkü çocukken ‘Dede siz ölmeyeceksiniz dimi?’ dediğimde olgunca cevaplar verir beni ölüm gerçeğiyle yüzleştirirdi.
Şimdi O’nun her bayram çok çok yediği şeker ve çikolataların fazlalıklarının verdiği hüzünle, O’nsuz geçireceğim ilk bayramda sahip olduklarıma şükredip;  bir gün bizi bir yerlerde beklediğini hayal ederek, Ahmet Usta olarak bu sefer diğer Dünya’da bize bir ev inşa ettiğini hayal edeceğim…
Göçmenin evi, hep küçük bir sandıktır. Sandığında gururunu taşır, ailesini taşır. En sonunda taşıdığı bütün her şeyi bırakarak hayali bir sandıkla; bu sefer boş bir sandıkla; aramızdan ayrılır. 
Şimdi bu Karaborsa Dede'm için, döneceğini bilsem her fiyatı vermeye razıyım...

UNUTMA BENİ DOLMASI


‘Çobanın yağı çok olursa çarığına sürer.’ misali asla cimrilik yapmayan bir aşçıbaşı gibi bonkördür aşk, cimriliği sevmez. En güzel mektupları sever, reddiyelere cevap vermek istemez. Gemi kamarasını aydınlatan bir ispiralya gibi de aydınlıktır, karanlığa tahammül edemez. Kuburluğu vardır, ama birisini öldürmek istediğinde kuburluğun içinde silahı olmadığını fark eder; AŞK, asla öldürmez. Dantel ağacına bağlanan bir dilek gibi umudu gizler, umutsuzluğa yüz vermez. Bir köşkerin tamir ettiği ayakkabı gibi yoğun emekle onarılır, kolaylığa yabancıdır.
Bilim ile mistisizmin kesişebileceğini söyleyen sıra dışı seslerden bir bilim adamı olan Ramachandran, kaybettiği kolunun kaşındığını zanneden bir hastanın yanında şayet sağlam bir kişi kendi elini usulca kaşırsa, o hastanın kaşıntısı hafifliyor, geçiyor diyor. Birbirimizi bu kadar etkilerken, araya sevmek kelimesi girince, sancak gemisinde bulunan komutanın bir önemi yok; tüm gemiler sancak, tüm gemilerdeki askerler birer komutan.
Eskiden bayramın gelmesini sabırsızlıkla bekleyenlerin başında bir de meyhaneciler geliyordu. Çünkü cumhuriyetin ilanından önce, bütün meyhaneler arife günü akşamı kapatılır, bayramın birinci günü akşamı açılırdı. Büyük gedikli meyhanelerin sahipleri, bayram sabahı devamlı müşterilerinin evlerine, mevsimine göre son derece titizlikle hazırlanmış bir koca tabak dolusu midye veya uskumru dolması gönderirlerdi. Bu dolmaya ‘unutma beni dolması’ denirdi.
Sen, ramazanda meyhaneni gerekirse kapatma, kapatırsan da bayram sabahı SADECE ve SADECE bana unutma beni dolması göndermeyi sakın ama sakın unutma :)

3 Eylül 2011 Cumartesi

Tutma Kendini

Gözlerin değil bakan,
Resimler biliyorum.
Gerçeğin gölgesinde hayalin bir şemsiye,
Güneş yakmıyor, rengim solmuyor.
Seninle gezdik hep bu güneşte,
Lekeler kapanmıyor.
Gözlerini kısma,
Yaşarsın,
Beni kaybettiğin gündeki gibi.

Kalan hep muhkem'dir...

Hani hep derler ya 'Geleceğini biliyordum.' Gideceğini de bilir insan gidenin de diyemez kendine. Giden bir ıslık tutturur duyulmayan ve başlar yürümeye. Akdetmemiştir belki ama hep iki dudağının arasındadır. Kalanın yarası tazelenmez, aksine kapanır. Çünkü gitmesi gerekiyordur gidenin. Boşuna dememiş atalarımız: 'Yanık yerin otu tez biter.' (Kişinin yüreğini yakan acı, kısa bir süre sonra küllenir, yerini yeni ve neşeli duygulara bırakır.) Muntazır durumdan çıkar insan, beklemez artık gideni. İstediği elle birlikte olsun artık acımaz canı. 'Dışı eli, içi beni yakar.' der. Anılar kalır geriye. En çok da iyi anılar. Çünkü insan, zaman geçtikçe kötü anılarını unutur, iyileriyle anar gideni. Bu insanoğlunun en önemli özelliğidir. Yürek çoğu kez yağ bağlar ondan sonra; ferahlar... İnsan yaşadıkça bitmez güzellikler. Yeni başlangıçlar yapar ve çift çenekli bitkilerin gövde ve kökünde yer alan, yeni odun ve soymuk tabakaları oluşturarak bitkilerin kalınlaşmasını sağlayan tabaka gibi kullanır aklını. Us'lu olur. Kefekiye dönerse insan (Delik deşik olmak) yaşayamaz ki zaten. Giden anlamaz bunları izanı yoktur çünkü. Anlaması için onun da bir gün kalan olması gerekir çünkü...

23 Ağustos 2011 Salı

Karanlık sadece kötülükleri örter, iyilikler karanlıkta da görülebilir.

Düşünüyorum da, görme duyumuz olmasaydı daha mı kolay severdik, hep karanlık olurdu, böylece biz ''iyiyi'' daha kolay görürdük. Görme duyumuzu kaybettiğinizi düşünün, elini tuttuğunuz insanı görmüyorsunuz; ne giydiği de önemli değil, boyu da, fiziği de, güzelliği de... Sadece işitme duyunuzu kullanabildiğiniz bir dünyada yaşasaydınız mantığınız ön planda olurdu. Ben karanlıkta ne gördüğünüzün değil ne konuştuğunuzun önemli olduğunu düşünüyorum... Bir yer var bilmediğiniz; Paulo Coelho'nun Elif'te yazdığı gibi; o alanda o kişiyle o noktada bulunmanız gerekiyor. O anda yaşlı-genç farketmiyor, yoğun duygular besliyorsunuz. Ummadığınız anda çıkıyor karşınıza, birisinin yanında geliyor belki, okuyup bıraktığınız bir kitabın içerisinde bıraktığınız numaranızdan buluyor sizi, ayrıldığınız sevgilinizin adını arama motoruna yazınca çıkan videolardaki insan belki de. Tesadüfler, tesadüf değil. Hadi siz de görmeyin sadece işitin!!!

8 Temmuz 2011 Cuma

Sana Gitme Demeyeceğim

Gitmek. Bir hançeri inceltip 
Okyanusa daldırmak isteği 
Ya da düşebilmek atlasların 
Dışına ki ey kalbim 
Yalnızsın bu yolculukta da 
Gitmek. O kaos duygusu, aklın 
Sarsıntılarla yorgun düşüşü 
Bilincin kamaşması belki de. 
Rehin bırakılacak bir şey yok 
Unuttuklarından başka. 
Gitmek. Bir büyü gibi saran 
Ağrılar yumağı, kışkırtılmış 
Düşlerdir ki sen şimdi 
Esirgeme kendini kalbim 
Kederin o derin yalnızlığından 
  
 Ahmet TELLİ
Kalemimden kan damlatan gitmeler... Ve uzun uzun şevişmeler yaşlanmış yalnızlığın yatağında. Karizmatik bir bakış gecenin zifrinde. İçinde kaybolunulan bir girdab yatağıymış meğer. Sen gittin ama sözlerin burada hala. Şimşekten sonra gelen gök gürültüsü gibi...Yengeçvari bir takip 'Hep yanındayım' dercesine ama aynı zamanda yakalayamayan sözleri. Gittin ve sadece bir adın kaldı geride şairin de dediği gibi:

Bir adın kalmalı geriye 
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde 
Aynaların ardında sır 
Yalnızlığın peşinde kuvvet 
Evet nihayet 
Bir adın kalmalı geriye 
Bir de o kahreden gurbet...

Gözlerimdeki mahreç ve son kalan görüntü; el sallayışın...

27 Haziran 2011 Pazartesi

Bir annenin ağzından motor kazasında kaybettiği oğluna söylenmiş...

Babasının kuzusu, annesinin nuru,
Kardeşinin biricik koçu, seni çok seviyoruz rahat uyu.

İstanbul yedin yavrumu, karnın doydu mu?
Toprağına getirdim oğlumu,
Asker ettim yavrumu herkes duydu mu?

Zevk için yarış yapan iki araba,
Sıkıştırıp, çarpıp kaçtılar yavruma.
Gözü gibi baktığı motoru uğruna
Canından oldu yavrum Caddebostan sahil yolunda.

Çıktım Sivas'ın yollarına
Çıkardım oğlumu dağlarına
Haktan geldi Hak'ka gitti
Rahat uyu yavrum toprağında..

Sivas'ta doğdun , Erzincan'da büyüdün.
Habur'da okula başladın, Çorum'da sünnet oldun .
İstanbul'da kendini buldun,
21 yaşında gençliğinden oldun..


Tuğper'in annesi yazmış bu şiirleri benden rica etti herkes okusun dedi..
Vicdan hadi gel sen de oku ...

Tuğper uyan yavrum baban kahvaltıyı hazırladı.
İnanç mahsun..
Baban da ben de yiyemiyoruz.

Daha motorunu temizleyeceksin,
Babanla İnanç'la şakalaşıp takışacaksın
Biz yürüyüşe, İnanç antremana
Sen de gezmeye gideceksin.

Ezan okunuyor yavrum şu anda
Ruhuna okuyorum doya doya
Sen cennetlik oldun İnşallah
Hissediyorum..
Günahsız, sessiz, mahsun biliyorum..

Balkonda yazıyorum şu anda
El sallayıp gidiyorsun yine
Seni yolcu ediyorum her zaman buradan
Dönüşünü bekliyorum geleceksin diye

Yavrum çıkıp gelsen şaka yaptım diye
Yüreğimiz kavruuyor dayanamıyoruz
Perişan olduk
Senin haberin yok niye
Yoksa küstün mü bize..



Perihan Teyze ile Didim sahilinde tanıştık. İki tane oğlum var sizinle tanıştırayım dedi. Biz Tuğper'le o yaz tanıştık. Diğer yaz geldiğimde yine PErihan Teyze ile karşılaştık, ağlayarak sarıldı ve 'Tuğper'i kaybettik.' dedi. İşte o an inanamıyorsunuz bir gülün solduğuna. Yüreğine ve kalemine sağlık...







Kucaklamak

Yorgun argın eve gelmiştik. Annem, babama ‘Onu kucakladığın çamaşırlarını sırtından çıkarıp kirli sepetine at.’ dedi. Babam da ‘Yarın yine kucaklayacağım, dursun giyerim tekrar kucaklarken.’ dedi. Kucaklanan kimdi? Bir çuval kum mu, yoksa bir kova dolusu su mu?
O, benim dedemdi ve sekiz aydır yatağa mahkûmdu. Babam küçükken, dedemin kucağındayken dedem de giymiş miydi kucaklama elbiselerini? Yada öyle bir elbise var mıydı? Birilerini kucaklarken özel bir elbise giymemize gerek var mıydı?
Aslında yoktu. Çünkü kucaklamak zorunluysa, samimiyetini kaybediyor. Bir bebek, bir çocuk düşünün, yürüyeceğini biliyorsunuz. Biliyorsunuz ki; yürüyecek bir gün. Ama yaşlı ve yatağa mahkûm bir dede için aynısını düşünmeniz imkânsız. Biliyorsunuz ki; kucaklanarak kalkmak onun için özgürlük.
Şimdi siz kimleri zorunlu olarak kucakladığınızı bir düşünün. Bunu sevgiyle, yani babam gibi yapıyorsanız, o eller hiç yaşlanmaz. Ağızdan çıkan duayla yaşar deriler ve gençleşir. Yaşlı birisine bakmak, bir gün solacağını bildiğiniz gülün son evrelerinde onu sulamaya benzese de, ‘Ben onu yaşatmak için elimden geleni yaptım.’ dersiniz.
Gül, öldükten sonra daha da kurur. Siz onu en değerli köşesine koyarsınız evinizin. Kurudukça güzelleşir. Dağılınca da çöpe atmak zorunda kalırsınız. İşte o zaman o gülün bir zamanlar tazeyken kokusunu, kuruyken duruşunu özlersiniz. Kururken üzüldüğünüz güllerin, kuru zamanlarını bile özlediğiniz zamanlar her şey için geç olmasını istemiyorsanız sımsıkı kucaklayın herkesi…