25 Mayıs 2011 Çarşamba

Mazide Kaldı Hep




Kıymetli sevgilim Gülnaz İle Hüsnü Yılmaz'ın hayatta kavuştuğu kış günleri Ebedi onunla hayatta yaşadıkça yaşamaya and içmişlerdir. Güle güle ikimize 

Bu fotoğraf arkası yazısı 1957 yılında ıstılah paralanmış. Bir susta varmış gibi de çıkmamış o güne kadar bulunduğu yerden, saklanmış... Korkmuş o yasemin kokulu kadın bir daha okursa üzülür diye... Çünkü 'yazan' giderken üzülmüş yeterince...  Bense, resimdeki bu yazıyı yıllarca sır olarak taşıyan kişiyi kaybettikten sonra, ardından bana miras kalan cüzdanındaki son fotoğrafı aldıktan sonra buldum, 2005 yılında. Ve o günden beri taşıyorum. İnsanın yıllar içinde aynı yazıya kattığı anlam farklı olabiliyormuş. Alicenap davranarak da paylaşıyorum düşündüklerimi ve resimleri... 

Güle güle ikimize...

Günümzde, 'Ev sahibinin bir evi varsa, kiracının bin evi var.' düşüncesi hakim. Kiracı misali 'Bana bir sürü ev var.' mantığındaki kişiler sepet havası çalarak uzaklaşıyor bir evden diğerine... Geri verilmiş bir fotoğraf ; ki o ayrılığın simgesi ; kalmıyor. Arda sadece haber kaynağından silinmemiş boş anılar kalıyor.

Gülnaz Yılmaz İlişkisi var olan durumunu ilişkisi yok olarak kaydetti.

Hani twitter da diyor ya 'Your tweet is over 140 charachters. You will have to be more clever.' Bu yazı yaklaşık 145 karakterden oluşuyor. Muhtemelen bu kişi 1950lerde bir twitter üyesi olsaydı, twitlemekte zorlanırdı. Peki insanlar günümüzde neden bütün düşüncelerini binlerce kişi duysun istiyor? Elbette paylaşmak, şahsına yazılan kişinin bunları okuması, suyun yolunu bulması güzel, ama milyonların okumasına hatta popüler olmasına gerek yok.
Bu şekilde düşündükçe boşuna pala çalınıyor tabiki. Duygusallık dediğimiz o güzel an bir ekranda son buluyor.  Kişi dokunamıyor yazılana, bir sır gizlenemiyor.

Bu kişi profilinin sadece bir kısmını paylaşıyor.

 Kim kiminle herkes biliyor.

Ordan Burdan
Şurdan

 Düşünüyorum da bu fotoğraf ayrılık anında nerede buluşulup, nasıl verildi? Beni düşündürtüyor. Oysa facebook'ta kim kime nerede nasıl sarıldı görebiliyorum...

Aşkımla ben waffle yerken - öpüşürken

 Hiçbirşeyin albenisi kalmıyor. İnsanlar soyutlaşıyor ve ben bu yazdıklarımı kağıtlarda çoğaltmak için yazıyorum.
Ayrıca özenerek baktığım 1950'lerde bir kitap, Alexander Barrantay tarafından yazılmış, adı "Lieben aber wie?" 'Öpmek' deyince, kadının elini öpmeyi anlayan, dudaktan öpmeyi 'Evlilik öpücüğü' türünden "resmi" laflarla ifade eden hoş bir kitap... Gözünden sürme çaldırmak istemeyen insanlara duyrulur...