‘Çobanın yağı çok olursa çarığına
sürer.’ misali asla cimrilik yapmayan bir aşçıbaşı gibi bonkördür aşk,
cimriliği sevmez. En güzel mektupları sever, reddiyelere cevap vermek istemez.
Gemi kamarasını aydınlatan bir ispiralya gibi de aydınlıktır, karanlığa tahammül
edemez. Kuburluğu vardır, ama birisini öldürmek istediğinde kuburluğun içinde
silahı olmadığını fark eder; AŞK, asla öldürmez. Dantel ağacına bağlanan bir
dilek gibi umudu gizler, umutsuzluğa yüz vermez. Bir köşkerin tamir ettiği
ayakkabı gibi yoğun emekle onarılır, kolaylığa yabancıdır.
Bilim ile mistisizmin
kesişebileceğini söyleyen sıra dışı seslerden bir bilim adamı olan
Ramachandran, kaybettiği kolunun kaşındığını zanneden bir hastanın yanında
şayet sağlam bir kişi kendi elini usulca kaşırsa, o hastanın kaşıntısı
hafifliyor, geçiyor diyor. Birbirimizi bu kadar etkilerken, araya sevmek
kelimesi girince, sancak gemisinde bulunan komutanın bir önemi yok; tüm gemiler
sancak, tüm gemilerdeki askerler birer komutan.
Eskiden bayramın gelmesini sabırsızlıkla bekleyenlerin başında bir de
meyhaneciler geliyordu. Çünkü cumhuriyetin ilanından önce, bütün meyhaneler
arife günü akşamı kapatılır, bayramın birinci günü akşamı açılırdı. Büyük
gedikli meyhanelerin sahipleri, bayram sabahı devamlı müşterilerinin evlerine,
mevsimine göre son derece titizlikle hazırlanmış bir koca tabak dolusu midye
veya uskumru dolması gönderirlerdi. Bu dolmaya ‘unutma beni dolması’ denirdi.
Sen, ramazanda meyhaneni gerekirse kapatma, kapatırsan da bayram sabahı SADECE
ve SADECE bana unutma beni dolması göndermeyi sakın ama sakın unutma :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder