5 Haziran 2011 Pazar

Gördüğüm en neşesiz güldün, sadece solarken güldün...







Ben, 1946'da Bulgaristan'da çok fakir bir ailenin oğlu olarak doğdum. Türkiye'ye göç ettik. Aile ağacında, annem ve babamdan sonraki en büyük elmaydım. Ağabey'dim... İki tane kardeşim vardı Aziz ve Mesut. Türkiye'ye göç ettikten sonra kötü şartlara benim kadar dayanamayıp birisi bir yaşında diğeri bir buçuk yaşında beni yalnız bırakıp daha huzurlu bir dünyaya gittiler. Benden dört yıl sonra bir kız kardeşim ve on dört yıl sonra bir erkek kardeşim oldu. Biz üç kişiydik. Gülnaz, çok güzeldi. Bu yüzden  komşular ona nazar değdiğini ve bu yüzden kekeme olduğunu söylerlerdi. Bir gün ağaçta oynarken, evimize bir kadın geldi Gülnaz'a annelik etmek istediğini söyledi. Babam gurbetten döndüğünde bize para getirmez sadece hasat getirirdi. Çoğu zaman şekerli su ve sade katık yerdik. Öğretmen kız kardeşimin durumunu anlamış bu yüzden onu daha iyi şartlara götürmek istemişti. Annem bana da çok büyük iyilik yaparak onu vermedi. Recai, en küçüğümüzdü, ama onun da bizimle bütün dertlerimizi çekmeyeceği anlamına gelmiyordu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudum. O yıllar çok zor yıllardı. Benim Ankara'nın o soğuğunda gazetelerden yatak yapıp banklara uzandığım yıllar... Kimsesiz göründüğümden midir bilmiyorum sağcı mı solcu mu olduğumu anlayamamışlar. Kara listede birinci sırada gören arkadaşım uyarmış da öyle affetmişler canımı... Yurtta kalıyor, kitap paralarımı zar zor denkleştiriyor, verilen yurt fişiyle sadece ana yemeği yiyebiliyordum. Bir hafta boyunca kuru fasülye çıktı. Anamın kuru fasülyesini çok severim. Yanına da pilav yapardı, babamın Konya'dan getirdiği kuru fasülyenin yanına... Yurtta sürekli kuru fasülye yanına pilav almadığımı gören bir arkadaşım fazladan pilav alıp masaya koydu. Gururumu benden iyi tanıyan, çok iyi bir arkadaşım olduğu için usulca iktirdi pilavı önüme. Masadaki bir arkadaş 'Elalemin sümsüklerini mi doyuruyosun?' dedi o anda patavatsızca. Ben, çok aç olduğum halde kuru fasülyeyi de ardımda bırakıp kimse görmesin diye kapıya doğru, rüzgara karşı ağladım, ağladım, ağladım... Rüzgar kuruttu gözyaşlarımı. Yine ıslattım. O soğukta kurudular, yüzüm yandı, ben ağladım. Dört yıl sonra avukat ünvanıyla mezun oldum. Çok iyi paralar kazandım, bana sümsük diyen insanların çok çok üstünde tanınan bir avukat oldum. Yamalı ceketle okula giden o çocuk, şimdi mahkeme salonuna şık takım elbiselerle giriyordu. Ama geldiğim yeri yediremedim bir süre kendime. İzmir'deki en iyi avukatlardan biriydim. Atatürk hayranıyım. İlkeleri benim yaşam tarzımdır. Her ceketimde Türk bayrağı, Ata'mın resmi vardır. Çok güzel harmandalı oynarım. Ben her sevdiğim insanın yanında eğer ortam müsaitse oynarım... Ailem çok geçmeden bana bir kız buldu, Gülser, ablamın adının ilk hecesiyle başlayan bir isme sahip. Evlendik. Hayatımda hüç mutlu olamadım. Olmadım. Bunun tek sorumlusu benim biliyorum. Her doğruda bir yanlış, her yanlışta bir doğru aradım. Sonunda tek yanlışın benim bu doğruları arayışım olduğunu anladım. Çünkü hayattaki tek doğru şey 'Ölüm' denen o sonun var olduğuydu. Kız kardeşimi 2005 yılında felçten kaybettim. Ben de 1 Haziran 2011'de siroz teşhisiyle bu Dünya'ya veda ettim. Aslında Recai'yi yani bizim gidişimizden sonra yalnız kalacak olan küçük kardeşime benim bir zamanlar yaşadığımı yaşatmak istemezdim... Ama zor değildi, asıl mutlu olduğumuz yerin orası olduğunu o da bir gün öğrenecekti... Ve çok mutluydum.  Canaze namazımda bile hoca 'bayram namazı' dedi. Evet o gün benim bayramımdı yanlış bir şey söylemedi... Hep kayalıklara gömülmek isterdim. Ruhum denizi izlesin isterdim. Öldükten sonra hayatta kalan tek kardeşim Recai, beni nenemin mezarına gömmek istedi. Oysa ben kayalıkları istiyordum... O gün defin işleri rast gitmedi nenemin mezarı kayıtlarda çıkmadı, beni deniz kıyısından gezdire gezdire Urla'ya götürdüler. Deniz kıyısına gömüldüm... İskele'ye. Hiç bu kadar bulunduğum yerden mutlu olmamıştım. İlk defa sarhoş değildim. Sarhoş olmak da istemedim çünkü bu yer çok huzurluydu; hayal meyal hatırlasaydım beni getirişlerini çok üzülürdüm. İlk defa birilerinin desteğiyle geldim bir yere... İşte budur dedim bence hayatta herkesin başkasının desteğiyle gelmesi gereken tek yer burası, çünkü kimse sizin aciz olduğunuzu, bir sümsük olduğunuzu düşünmüyor. Beni yerleştirdiler, daha rahat harmandalı oynamam için de kefenimin düğümlerini çözdüler. Ve her zaman olduğu gibi ben sevdiklerimin önünde harmandalı oynadım, onlar ilk defa görmediler. Ve ben ilk defa bu kadar dimdik ve ayıktım... Ben neşesiz bir güldüm ve sadece solarken güldüm... Kardeşim Gül karşıladı beni. 'Abi, düğünüme geciktin.' dedi. 'Vedalaşamadım.' dedim özür diledim ve onun düğününde de bir daha harmandalı oynadım...

4 yorum:

  1. SELİNİM TEK KELİMEYLE HARİKA YAZMIŞSIN....

    YanıtlaSil
  2. SELİNİM TEK KELİMEYLE HARİKA YAZMIŞSIN....

    YanıtlaSil
  3. böyle hikayeleri okuyunca tuhaf oluyom ben.

    YanıtlaSil
  4. Hikayeler hepimiz için gerçeğe dönüşebilir...

    YanıtlaSil